Üstad Necip Fazıl -2

04 Şubat 2012

Vefatının 29. yılı münasebetiyle
Yahya DÜZENLİ ile sıradışı bir Necip Fazıl sohbeti -2-

NİL GÜLSÜM

“BÜYÜK DOĞU; O’NUN BÜYÜK DUASIDIR, BÜYÜK RÜYASIDIR,
BÜYÜK DÜNYASIDIR, BÜYÜK DAVASIDIR !”

Israrla onu anlamama gayreti, şehveti var

Ölüm yıldönümlerinde genellikle onu nekrofili-ölü sevicilik cinsinden anma programları ise, adeta onu ısrarla anlamama gayret ve şehvetiyle dolu.. Türk dilini ustaca kullanmasından tutunuz da türk şiirine getirdiği soyutlamalar, vs. vs.ler etrafında bir sürü malûmatfuruşluklar. Meselâ, konu etmeye değmez ama numune olması bakımından söyleyeyim. Ömrü hangi kara sularına girerse onun bayrağını taşımakla geçmiş ve sabitleneceği limanı henüz meçhul olan Ali Bulaç’ın “Bana en çok ters gelen sloganları Türk’ün ruh kökü ve Allah’ın seçtiği kurtulmuş millettir.. Bunu çok yadırgıyorum. Halen de rahmetlinin bu konularda isabet ettiğini veya tümüyle haklı olduğunu düşünmüyorum..” sözlerine “Allah şifa versin” demekten başka yapacağımız bir şey yok. Aynı bağlamda bugün İsmet Özel’in özellikle Cumhuriyet dönemi Türk Şiiri’nde bile çaktırmadan yok saydığı, es geçtiği Üstad’ın “İslam, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye’de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu, ancak Türkiye’de düzelirse her yerde sağlığa kavuşabileceğine ait ilahi bir ihtar..” tesbitini deforme ederek, kendinin yeniden varoluşunu (reenkarne) anlamlandırmak için klonladığı/kopyaladığı “Allah Türkleri üstün ırk yarattı” gibi garabetler de ilginçtir. Artık kendinden bahsedilme ve “şık olma” adına “aksesuarları”yla anılır hale gelmenin, ontolojik arayışını ‘kalın türk’ gibi kavramlarla ifade etmenin hazin hali.. Bir münekkidimizin dediği gibi “itibarları menşelerinden geliyor.”Halâ şuuraltlarından geldikleri sol kodları temizleyemeyen, ne zaman bir edebî soruya muhatap olsa “Halkın Dostları”ndan bahsetmeyi bir şuuraltı ahlâki gereklilik gören ”özel” isimler… Aslında buralara girmeyecektim ama “prototip”olmaları bakımından önemli. Bir de Üstad’ın kendisinin “ademe mahkûmiyeti”ne suyun bu yakasından örnek olmaları bakımından önemli olduğu için bahsetmek durumunda kaldım.

Üstadla ilgi yazılan kitaplar O’nu anlamanın sınırına yaklaşamadı

Üstad’ın “bir şeyin vücut bulması, özünü zıtlarından tasfiye etmesi, bu cehdi hiçbir an kaybetmemesiyle kaim!” şeklindeki hükmünü bilmeden, anlamadan İdeolocya Örgüsü hakkında konuşmaya, yazmaya, daha doğrusu kırda gezinti yapmaya çıkanların Üstad’ı sentezci, eklektik gibi görmeleri doğaldır. Bu tiplere, bu yapay kafalara şu menkıbedeki hikmetle bakmak gerekiyor: Büyük bir Velî’ye birisinin “sizi bu gece rüyamda çok çirkin bir surette gördüm” demesi üzerine, Velî’nin “rüyan doğru ve gerçektir. Benim vücut aynamda kendini seyretmişsin!” Benim düşüncelerim Üstad’da ifna olan düşüncelerdir. Benim Üstad’a ait 34 yıllık ezberlerim vardır. Bu ezberler bozulmayan, değişmeyen, değişmeyecek, tartışılmayacak ezberlerdir. Ve en önemlisi bu ezberler hareketli ezberlerdir. Yani hayat devam ettiği sürece, eşya ve hadiseler form ve muhteva değiştirdiği, ilerlediği sürece doğrulanan ezberlerdir. Bu ezberlerimden yola çıkarak söylüyorum ki; size büyük bir iddia gibi gelebilir ama, bir gerçek olarak söylüyorum: Üstad’la ilgili yazılan kitapların hiçbirisi O’nu anlamanın, tanımanın en uzak arsa sınırlarına bile yanaşamamıştır. Salih Mirzabeyoğlu’nun Necip Fazıl’la Başbaşa isimli eseri ve Üstadla ilgili eserleri hariç, onun cümle kapısından girebilmiş değillerdir. Birbirinin tekrarı, tatlı su kalemciliği cinsinden eserler.. Eser demeye de değmeyecek karalamalar.. Amip hayatı sürenlerin Üstadı anlamaları mümkün değildir.

Kültür Müslümanları üstadı anlayamamıştır

Hayatları ‘kafeslerde’ geçen sun’i ve yabancı yemlerle beslenen kültür Müslümanlarının Üstad’ı anlayabilmelerini düşünemiyorum, zaten anlayamamışlardır da. Münevver Ayaşlı merhumun bir tesbitini hatırlıyorum. Diyor ki: “Evet, Necip Fazıl aşkı ve muhabbeti.. Diğer taraftan nedir bu Necip Fazıl nefreti? Hiç kimse tarafsız kalamıyor. Bu ne kuvvetli bir şahsiyet…” Üstad, o mücerretler adamı, fikrini, düşüncelerini yere öylesine indirmiştir ki bunu maddi olarak yakınında bulunanlar bile anlamamışlardır. Adam tanımanın surat tanımak olduğunu zannedenler tabii… Üstad, etrafındakilerin kalitelerinin de farkındaydı… “Hâlim, açık denizde düdük çalan bir gemi; Kim duyar, ötelerden haber veren bestemi…” mısrasıyla da, bir antik Yunan Şairinden aktardığı “Meğer ben bir ömür katırlara saman yerine çiçek sunmuşum” özdeyişini, “Bakmayın kalabalığımıza. Aslında biz bir dolmuşu dolduracak kadar bile yoğuz!” tesbitlerini de bu manâda değerlendirebilirsiniz.

Etrafındakilerin soylu idrak sahibi olmaları için uğraşmıştır

Sorunuzda geçen “yanındakilere ne kazandırmak istediği”ne yine O’na ait ya ol, ya öl! Ve ya hep ya hiç! İhtarlarıyla cevap vermemiz mümkün.. “Zehirle pişmiş aşı yemeye kimler gelir? Dilsizce yalnız Allah, demeye kimler gelir?” mısraları Üstad Necip Fazıl’ın yanında bulunanlara ne kazandırmak istediğine işaret eder. Yani O; etrafındakilere “ince ve soylu idrak” sahibi olmaları için bir ömür uğraşmış, “ciğerinden kalemine kan çekerek” didinmiş ancak, yanında inat ederek soylu, cins at olmak yerine eşeklikte direnenler çoğunluğu teşkil etmiştir. Malumdur ki; Bilgi bilene, sevgi sevene var. Buna rağmen Üstad, etrafındakilere tahammül etmiştir. Çünkü o tahammülün de fevkindeydi. Yanından kimler gelip geçmemiştir ki? Hepsi onun yanında şahsiyet krizine tutulmuşlardır. Vefatından sonra da bazıları bu krizleri ifrazat şeklinde ortaya dökmüşlerdir. Analarından emdiklerini ifrazat halinde kusanlar işte… Bal arısı da eşek arısı da çiçeklerden aynı özü toplar ancak birinin akıttığı şifadır, diğerininki ise zehirdir. Onun için kime baktığınızdan çok, onda ne gördüğünüz önemlidir. Bakmakla görmek arasındaki fark gibi…Üstad’da müfrit (extrem) derecede olan aşk, muhabbet, öfke, tahammül… Yani cümle insanî hasletlerin Allah ve Resulü davasına bağlı olarak tüm yanındakilerin şahsiyetlerine giydirilmesini telkin etmişti Üstad… Batılı bir büyük kafanın “bu kulaklara göre ağız değilim ben!”dediği gibi, aslında Üstad zamanındaki ve bugünkü kulaklara göre ağız değildir ama, dedik ya o tahammülün de fevkinde olduğundan, memuriyeti ve mensubiyeti gereği tahammül etmiştir. Bu tahammülü de O’nun ne büyük bir insan olduğuna delâlettir aslında.

Hayatı boyunca tasavvufun kavramlarıyla yaşadı

O’nun kimliği, ne olduğuna ilişkin özet başlıklar halinde devam edelim.. Necip Fazıl devamlı tahkiktedir. Her şeyin hakikatindedir. Girdiği her yerde sarsıntılar meydana getirmiştir. Hayatı boyunca (tasavvufun kavramlarıyla) huzur ve hayrette yaşadı. Ben O’nun açılmış olduğu okyanuslarda hakk-el yakîne kavuştuğunu düşünüyorum. Veliler Ordusundan 333 isimli eserinin önsözünde “Aklın sınırının ötesinde meclis kuranların hikâyeleri..” diye bir cümlesi vardır. İşte Üstad’ın kendisi de o sınırın ötesinde meclis kurmuştur diye düşünüyorum. Çünkü; Allah ve Resulü, Sahabî kadrosu ve ona bağlı Velîlere volkanik yakınlık ve bağlılığın ancak, ‘aklın ötesinde meclis kuran’ Üstad gibi birisinden sadır olacağını da düşünüyorum. Gıdası Allah ve Resulü ile buna bağlı olanın da veriminin böyle olması tabiidir.
O’nda asla ölü bölge yoktur. Muhatap olduğu her şeyi kendi rengine büründürmüştür.

İdeolocya Örgüsü neye memurdur?

Bu sorunuzu ikinci sorunuza verdiğim cevapla birlikte ele almak gerekiyor. O cevaplarıma ilaveten şunları söyleyeyim isterseniz. Büyük Doğu bir dünya görüşüdür. Önce bunu anlayabilmek lâzım. Burada İdeolocya Örgüsü’nün tahliline girmek gerekmiyor. Zaten o kendi kendisini tahlil ediyor. Yaptığı muhasebelerle.. Doğu-Batı, vs. vs. İdeolocya Örgüsü; kimse farkında değildir ki aynı zamanda İslâm’ın bu coğrafyadaki arkeolojik ifadesidir. Medeniyet Tasavvuru’dur dedik.. Üstad’daki medeniyet tasavvuru/düşüncesi fikir hayatının tâ başından beri temellendirilmiştir. 1939 yılında yazdığı yazılarından birisinde “benim kafamda Asyacılık, eski Yunandan beri seyrini, istihalelerini bildiğimiz Avrupa medeniyeti dışında ve ona rakip ayrı bir medeniyet tasavvurudur. Bütün peygamberlere ve ruhî fenomenlere yataklık eden büyük Asya, şenliği tükenmiş mazisiyle olduğu kadar, onu zenginliklere boğacak şahsiyetli oluşların davet edeceği istikbaliyle de ayrı ve tam bir vaklıktır…” Bu ifadeleri ancak bugün anlayabilme rüşdüne erebiliyoruz. O da tam değil. Bugün medeniyetler diyaloğu veya medeniyetler çatışması şeklinde gündeme gelen medeniyet tasavvurlarında aslında ortaya konulabilecek, teklif edilebilecek medeniyet ruhu sadece ve sadece Üstad’ın İdeolocya Örgüsü’nde mevcuttur.

İdeolocya Örgüsü,donmuş bir kalıp değildir

Üstad’ın İdeolocya Örgüsü’yle yaptığını anlayabilen nadir yazarlardan birisi ABD’de akademisyen bir yazarın Modernleşen Müslümanlar kitabında görebiliyoruz. Diyor ki: “1940’lar ve 1950’lerde Necip Fazıl, İslâm’ı BÜYÜK DOĞU olarak bilinen BÜTÜNCÜL BİR İDEOLOJİ olarak yapılandıran ilk Türk Müslüman aydınıydı. İslâm’ın ideolojileşmesi süreci, Kemalist batılılaşma projesine ‘muhalif’ olarak gerçekleştirildi. Necip Fazıl, kitaplarıyla, kendisinin ve toplumun, daha derin bir ben ve İslamî bilişsel anlam ve eylem haritasının arayışına ışık tuttu. Kuşağının derin varoluşsal acılarına yol açan ‘ortak aslî bir dil’ ve ‘hissiyat eksikliği’yle uğraştı…” İşte bu tesbitler üstadla ilgili önemli tesbitlerdir. İdeolocya Örgüsü’nün temel mantığı’nda Üstad İslâmî ruhun değişmezliğini merkeze alıp, tüm dünyayı değişkenler olarak ele alıp tahlil ederek terkiplere kavuşturur. İdeolocya Örgüsü veya Büyük Doğu, donmuş bir kalıp, şablonlar kümeleri değildir. Bunu ancak idrak yolları iltihaplanmamış olanlar anlayabilir. Gene 1939’da “Dünya görüşü” eksikliğini ihtar eden Üstad diyor ki: “Bu devirde eline kalem almak cesaretini gösteren her insan, yapacağı en beylik teşbih ve kullanacağı en ucuz nükteyi bile, herkesçe malûm bir dünya görüşünün ölçülerine dayamak zorundadır.” Bu ne müthiş bir tezatsızlık ve idraktir.

İdeolocya Örgüsü manifestodur

Büyük Doğu İdeolocya Örgüsü’nün ne olduğunu kim anlayabilir biliyor musunuz?

Din’in dünya tasarımının ne olduğunu anlayanlar,
Ahlâk-Dünya görüşü ilişkisini anlayanlar,
Dünya bilmecesinin çözümüne ilişkin sır idraki nden pay sahibi olanlar,
Fikir-İlim ayrılığı ve bütünlüğünün idrakinde olanlar ancak anlayabilir.

Bu manâda Üstad’ın İdeolocya Örgüsü bir manifestodur. Üstad İdeolocya örgüsüyle ütopya’sı olan adamdır. Projesi, gelecek tasarımı olan adamdır. Sürekli “aslında, aslında” diyorum, gene de demek zorundayım.. Aslında Büyük Doğu veya İdeolocya Örgüsü; bütün bir insan memuriyet ve mes’uliyetine Üstad’ın verdiği cevaptır. Sorumluluklar derece derece.. Üstadın yaşadığı gerçeklik ancak İdeolocya Örgüsü gibi bir cevabı gerektiriyordu. İdeolocya Örgüsü’ndeki birtakım kavramları, isimlendirmeleri bir türlü anlayamayanların Büyük Doğu’dan nasipleri yoktur. Üstad’ın kendisi İdeolocya Örgüsü’nün başında; “Eğer bu davayı bütünleştirebiliyorsak bizi ayakta ve saygıyla dinleyiniz; iddiamıza rağmen maskaralaştırıyorsak, maskaraların akıbetine mahkûm ediniz!!” demesine rağmen, her ikisi de gerçekleşmemiştir. Böylesine bir sığ idrak dünyasında yaşıyoruz.

Yorum bırakın