Hanefi Fıkhı’nın Esasları: Ebu Hanife’nin Fıkhi Metodu

EBÛ HANİFE’NİN FIKHÎ METODU

Burada Ebû Hanîfe’nin hal tercümesine dalmak istemiyoruz. Ebu’l-Kasım b. Ebi’l-Avvâm’ın ve Ebû Abdillah el-Huseyn es-Saymerî’nin eserleriyle el-Muvaffaku’l-Mekkî’nin eserinde yer alan el-Hârîsi’nin kitabı ve İbn Abdi’l-Berr’in «el-İntikâ’»sında büyük bir kısmı nakledilen İbnu’d-Dahil’in risalesi, Ebû Hanîfenin biyografisi hakkında yeterli bilgileri vermektedir. 

İbnu’d-Dahil, Ukaylînin ravisi idi. Ukaylî’ye cevap olmak üzere Ebû Hanîfe’nin faziletleri hakkında bir risale yazmıştır. Çünkü Ukaylî müslümanların fakihine ve onun seçkin arkadaşlarına cahilce dil uzatmıştır. İbnu’d-Dahîl, Ukaylinin gerçeğe uymayan bu sözlerine katılmadığını göstermek için adı geçen risaleyi kaleme almıştır. Hakem b. el-Münzir el-Bellûtî el-Endelüsî bunu, Mekke’de İbnu’d-Dahîl’den dinlemiş, ondan da İbn Abdi’l-Berr dinlemiş, büyük bir kısmını «el-İntikâ»sında Ebû Hanîfe’den bahsederken nakletmiştir. 

İbn Abil’l-Berr’in Buhârî’den naklettiği haberlerin senedini gözden geçirmek insaflılık icabıdır. Aynı şekilde İbrahim b. Beşşâr er-Remâdî’nin İbn Uyeyne’den yaptığı rivayet de böyledir. İbnu’l-Cârûd er-Rakkî (41) ye gelince; onun şahidliği zamanın kadısınca reddedilmiştir, İbn Abdi’l-Berr daha fazla açıklamalarda bulunsaydı iyi olurdu. 

Kısaca, Ebû Hanîfe aleyhinde konuşanların bir delili yoktur. Bu hususu «Te’nîbu’l-Hatîb» adlı kitabımızda açıkladık. Burada ise Ebû Hanîfenin fıkhî metodunu gösteren yönlerine işaret edeceğiz.

Ebû Hanîfenin adı Nu’mân b. Sabit b. Nu’mân b. el-Merzubân b. Zûta b. Mâh olup İran asıllıdır. Ailesi hakkında asla kölelik söz konusu değildir. İsmail b. Hammâd’ın bu konudaki sözü gerçeği ifade eder. es-Salâh b. Şâkir el-Kütübî, «Uyûnu’t-Tevârîh» de şöyle der: «Muhammed b. Abdillah el-Ensârî. «Ömer b. el-Hattab devrinden bu güne kadar Basra kadılığına İsmail b. Hammad gibi biri tayin edilmemiştir» demiş, kendisine «el-Hasanu’l-Basrî de mi?» denildiğinde, «alim, zahid, abid ve takva sahibi olduğu halde vallahi el-Hasanu’l-Basrî de dahil» demiştir.» Ebû Hanîfenin soyu konusunda İsmail b. Hammad gibi birisinin sözünün doğruluğundan şüphe edilebilir mi? 

Tahâvî, Muşkilu’l-Asar da (4/54) Bekkâr b. Kuteybe yoluyle Abdullah b. Yezid el-Mukrî’den şöyle nakletmiştir: «Ebû Hanîfeye geldim: bana kimlerdensin dedi, ben de Allah’ın islâmı lütfettiği kimseyim, dedim. Ebû Hanîfe bana, böyle söyleme, ancak bu mahallelerden biriyle müvalat akdi yap, sonra kendini onlara nisbet et. Çünkü ben de böyle yaptım dedi.» Bundan anlaşılıyor ki Ebû Hanîfe, mevâlidendir, azatlı kölelerden değil. «Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne var?» (42)

İbn el-Cevzî, «el-Muntazam» da şöyle der: «İnsanlar Ebû Hanîfenin anlayış ve fıkhında ihtilâfa düşmüşlerdir. Sufvân es-Sevrî ile İbn’ul-Mubârek, «Ebû Hanîfe insanların en iyi fakihi» demişlerdir. İmam Malik’e «Ebû Hanîfeyi gördün mü?» diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: «Bir adam gördüm, sana bu sütunun altın olduğunu söylese onu ispat eder.» Şafii de, «insanlar fıkıhda Ebû Hanîfenin iyalidir» demiştir. 

«Tertîbu’l-Medârik» de Kadî İyaz şöyle der: «el-Leys b. Sa’d İmam Mâlik’e «Bakıyorum terliyorsun?» demiş, Mâlik de; «Ebû Hanîfenin yanında terledim ey Mısırlı, o, gerçekten fakihtir» demiştir.

Diğer mezhep mensuplarının Ebû Hanîfe’nin mezhebinden nasıl yardım istediklerini «Bulûğu’1-Emânî» (43) adlı eserimde anlattım. Burada onları tkerar etmiyeceğim. 

Ebû Hanîfe mezhebinin en bariz özelliği, istişareyi esas alan bir mezhep oluşudur. Onu bir topluluk diğejr bir topluluktan, sahabilere kadar ulaşan bir yolla almışlardır. Diğer mezhepler ise, imamlarının görüşlerinden ibarettir. 

İbn Ebi’l-Avvâm şöyle der: «Tahâvî, İbn Ebi Sevr’in kendisine yazarak Nuh Ebû Süfyan kanaliyle Muğîre b. Hamza’nın şöyle dediğini nakleder: «Ebû Hanîfenin kendisiyle birlikte fıkıh kitaplarını tadvin eden seçkin kırk talebesi vardı.» 

Yine İbn Ebi’l-Avvâm şöyle der: «Tahâvî, Muhammed b. Abdillah b. Ebi Sevr er-Ruaynî’nin kendisine yazarak, Süleyman b. İmran kanaliyle Esed b. el-Furat’dan şöyle nakleder: «Ebû Hanîfenin kendisiyle birlikte fıkıh kitaplarını tedvin eden kırk talebesi vardı. Bunların ilk onu arasında Ebû Yûsuf, Züfer b. el-Huzeyl, Dâvud et-Tâ’î, Esed b. Amr, Yûsuf b. Hâlid es-Semtî (Şafiînin hocalarından) ve Yahya b. Zekeriyya vardı. Ebû Hanîfe bunlara otuz sene fıkıh yazdırmıştır.» 

Aynı senedle Esed b. el-Furat, Esed b. Amr’ın kendisine şöyle dediğini nakleder: «Talebeleri Ebû Hanîfe’nin yanında bir meselenin cevabında ihtilâfa düşerler ve çeşitli cevaplar ileri sürerlerdi. Sonra meseleyi Ebû Hanîfeye sorarlardı. O da en uygun cevabı verirdi. O mesele üzerinde üç gün durduktan sonra onu kâğıtlara yazarlardı.»

es-Saymerî, Ebu’l-Abbas Ahmed el-Hâşimî-Ahmed b. Muhammed el-Mekkî-Ali b. Muhammed en-Nehâ’î-İbrahim b. Muhammed el-Belhi ve Muhammed s. Said el-Hârezmî yoluyle İshâk b. İbrahim’den şöyle nakleder: «Ebû Hanîfenin talebeleri onunla birlikte bir meseleye dalarlardı. Afiye b. Yezid el-Kâdî bulunmadığı zaman Ebû Hanîfe, «meseleyi Afiye gelinceye kadar bekletin.» derdi. Afiye gelip onlara uygun bir görüş beyan edince, Ebû Hanîfe meseleyi yazın derdi; Afiye onlara katılmazsa yazmayın, derdi.» 

Yahya b. Main «et-Târîh» ve «el-İlel» de Ebû Nuaym (Fadl b. Dükeyn) yoluyle Züferden şöyle nakleder: «Ebû Hanîfe’nin derslerine devam ederdik. Ebû Yûsuf ve Muhammed b. el-Hasen de bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebû Hanîfenin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebû Hanîfe, Yûsufa hitaben: «ey Yakub vay haline! Benden her işittiğini yazma, ben bugün böyle düşünüyorum, yarın onu bırakabilirim; yarınki görüşümü de ertesi gün teredebilirim» demiştir.» 

Ebû Hanîfe, talebelerinden biri, gereği kadar incelenmeden bir meseleyi yazmak için acele ettiği zaman ona engel olurdu.

Bu anlatılanları göz önüne alınca el-Muvaffak el-Mekkî’nin «Menâkıbu Ebi Hanîfe» adlı eserinde (11/133) Ebû Hanîfenin seçkin talebelerini anlatırken kullandığı şu ifadenin doğruluğu anlaşılır: Ebû Hanîfe mezhebini talebeleriyle istişare esasına dayandırmıştır. Onlarla istişare etmeksizin kendi başına dinde bir ictihadda bulunmamış; Allah, peygamber ve mü’minler için öğüt verirken aşırı gitmemiştir. O, meseleleri tek tek ortaya atar, talebelerini dinler, kendi görüşünü söyler ve onlarla bir ay hattâ daha fazla münakaşa ederdi. Bu meseleler hakkında görüşlerden biri ağırlık kazanınca Ebû Yûsuf bir esas olarak onu tesbit ederdi. Nihayet, O, bütün esasları (usûl) böylece tesbit etmiştir. En doğrusu ve gerçeğe en yakın olanı da budur. İnsanlar için bu, daha tatmin edici bir yoldur. Tek başına ictihad yapanların ve sadece kendi görüşüne bağlananların mezhebinden daha iyidir.» 

Bundan anlaşılıyor ki Ebû Hanîfe, talebelerini kendilerine anlattığı şeyi kabule zorlamaz; aksine konu iyice aydınlansın diye onların kendi görüşlerini açıklamalarını isterdi. Böylece onlar, delili anlaşılan meseleyi kabul ederler; delilsiz görüşleri kabul etmezlerdi. Ebû Hanîfe, «Bir kimsenin neye dayandığımızı bilmeden bizim görüşümüzü nakletmesi doğru değildir.» derdi. 

İşte Hanefî mezhebinin her tarafa eşsiz bir şekilde yayılışının sırrı ve Ebû Hanîfe’nin öğrencilerinin üstünlüklerinin ve çokluklarının asıl sebebi budur. Çünkü fıkıh eğitiminde ve gençleri yetiştirmede onun metodu örnek bir metoddur. 

Bu itibarla İbn Hacer el-Mekkî «el-Hayrâtu’l-Hısân» da (S. 26) şöyle der: «Bazı bilginler demişlerdir ki, meşhur İslâm müctehidlerinden hiç birinin Ebû Hanîfe gibi arkadaş ve öğrencileri yoktu. Bilginler ve bütün insanlar müteşabih hadisleri, içtihada dayanan meseleleri, yeni olayları, kaza ve hükümleri açıklamakta Ebû Hanîfe ve arkadaşlarından yararlandıkları kadar kimseden yararlarımamışlardır.» İbnu’n-Nedîm Muhammed b. İshak «el-Fihrist» de «Karada, denizde, doğru ve batıda, uzakta ve yakında ilmin tedvini Ebû Hanîfe sayesindedir. » demiştir. 

İbnu’l-Esir, «Câmiu’l-Usûl» de şöyle der: «Allah’ın gizli bir sırrı olmasaydı bu ümmetin yarısı günümüze kadar büyük imâmın mezhebi üzere Allah’a ibadet etmezlerdi.»

Adı geçen bilginlerin üçü de, yani İbn Hacer el-Mekkî, İbnu’n-Nedîm ve İbnu’l-Esir, Hanefî mezhebi mensûbu değillerdi ki onun tarafını tuttukları söylensin. 

Kısaca, Hanefî mezhebinin özellikleri şunlardır:

– Meselelerin uzun münakaşalara dayannılarak halli ve yazılması;

– Hükümlerin fakih sahabiler devrindeki f&ıkhın feyizli ve zengin kaynağına ulaşıncaya kadar topluluklardan rivayet edilmesi; 

– Yeni olayların hükümlerini açı;klamada ardarda gelen toplulukların sürekli çabalar harcaması.

İşte bu sayededir ki Hanefî mezhebi, her devrin ihtiyaçlarına ve insanlığın medeniyetçe ilerlemesinin gereklerine ayak uydurmuştur. 

Bu sebeple İbn Haldun «Mukaddime» sinde Mâlikî mezhebi hakkında aynen şöyle der: «Yine bedevi hayat, Mağrib ve Endülüste hakimdi. Buraların insanları, Iraklıların sahip olduğu medeniyete ilgi duymuyorlardı. Onlar bedevilik sebebiyle Hicazlılara daha yakın idiler. Bunun içindir ki Mâlikî mezhebi onlara göre daha uygundu. Medeniyet bu mezhebi ayıklayıp geliştirmemiştir.» 

Asırlar boyu Endelüs’e hakim olan Mâliki mezhebi, İbn Haldun’a göre böyle olursa, uzun süre hükümleri medeniyetle haşir-neşir olmayan diğer mezhepler hakkında ne düşünülür!

Ebû Hanîfe’nin kıraati ise İslam ülkelerinde yaygın olan Asım kıraati’dir. O, delil getirirken en büyük yeri Kûr’ân-ı Kerîm’e verir. Kur’ân-ı Kerîm’in umumi ifadelerinin kesin olduğunu söyler. Onun namazda Kur’ân-ı Kerîm’i hatmettiğini herkes bilir. Bu eskilerden pek azına nasip olmuştur. 

Bazı tefsir kitaplannda Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen şaz kıraatler asla ona ait değildir. Bu hususun münakaşasına burada gerek yoktur. Ancak el-Hatîbu’l-Bağdâdî’nin tarihinde, Zehebî’nin «Tabakâtü’l-Kurrâ» sında ve Cezerî’nin «Tabakât»ında belirtildiği gibi bu şaz kıraatler uydurularak Ebû Hanîfe’ye nisbet edilmiştir. Bunları uyduran ise el-Huzâ’î’dir. Zehebi «Mîzânu’l-İ’tidal»de (3/501) Ebû’l-Fadl Muhammed b. Cafer el-Huzâ’î’nin hal tercümesini verirken şöyle der: «O, Ebû Hanîfe’nin kıraati hakkında bir kitap yazmış, Dârekutnî ise bu eserdeki görüşlerin uydurma ve asılsız olduğunu ortaya koymuştur. Bazıları Huzâ’î hakkında «güvenilmez biridir» demişlerdir.» 

Ebû-Hanîfe’nin çok hadis bildiği de fıkıh bablarında dayandığı delillerden anlaşılmaktadır. Bu hadisler seçkin talebeleri ve diğer hadisçiler tarafından on yedi müsnedde mevcuttur. Ayrıca el-Hatîbu’l-Bağdadî, Şam’a geldiğinde yanında Dârekutnî ile İbn Şahin’in «Musnedu Ebî Hanîfe» adlı eserlerini getirmiştir, Bu iki müsned sözü edilen on yedi müsnedden başkadır. 

el-Muvaffak el-Mekkî «Menâkıb»ında (1/96) şöyle der: «Hasan b. Ziyâd, Ebû Hanîfe’nin dört bin hadis rivayet ettiğini, bunun iki binini Hammâd’dan, iki binini de diğer hadis bilginlerinden naklettiğini söylemiştir.» (44)

Ebû Hanîfe’nin ele aldığı meselelerin sgkseiLüc bina/ ulaşjtığı ve hadis üstadlarımn yeterli sayıda olduğu muhakkaktır.

Ebû Hanîfe’nin Arapçadaki gücünü ise, Arap diliyle ilgili ilimlerin beşiğinde yetişmiş olması ve Arapça kaidelere dayanarak fer’î meseleleri dikkatle incelemesi gösterir. Hattâ Ebû Ali el-Fârisî, Sîyrâfî ve İbn Cinnî «el-Câmi’u’l-Kebîr»de geçen, Ebû Hanîfe’nin yeminlerle ilgili görüşlerini açıklamak için birer kitap yazmışlar, onlar da, Ebû Hanîfe’nin Arapçanın sırlarına nasıl vakıf olduğunu itiraf etmişlerdir. 

DİPNOTLAR:

(41) el-Hatîbu’l-Bağdadî, Târîhu Bağdâd’ta bu şahsın yalancı olduğunu (11/61, 69, 247) belirtmiştir. Bu şahsı «el-Müntekâ» sahibi Ebû Muhammed Abdullah b. Ali b. Cârûd en-Neysâbûrî ile karıştırmamak gerekir.

(42) Yûnus Sûresi, 32.

(43) Bu eser, «Bulûğu’l-Emânî fî Sîretil-İmam Muhammed b. Hasen eş-Şeybanî»dir. Kahirede 1355, Humusda 1388’de basılmıştır.

(44) Müellif «Te’nibu’l-Hatib» adlı eserinde (S. 152) Ebû Hanîfe’nin bildiği ahkâma dair hadislerin sayısının İmam Mâlik ve Şafiî’nin bu konuda bildiklerinden daha az olmadığını söyler ve bir müctehid için 500 kadar ahkâm hadisini bilmenin yeterli olacağını ileri sürenlerin de bulunduğunu kaydeder.

İbn Kudâme’nin «Ravdatu’n-Nâzır»ının mutasarı olan «Bulbulu’r-Ravda» adlı eserinde (S. 173-174) et-Tûfî, «bir müctehidin, ahkâmla ilgili 500 kadar âyet ve bir o kadar hadis bilmesi gerekir» der.

Yorum bırakın