HAYRETTİN KARAMAN VE BİR FİKİR (!) SIPASINA DAİR

 Hüseyin avni hoca’nın kaleminden fikirleri tımar edilen Hayrettin Karaman… Fikrileri tashihe değil, tımara muhtaç zamane müçtehidi diyesiymiş ki; “Bir gönülde Ehl-i Beyt sevgisiyle Muaviye sevgisi bir araya gelmez.”…  

Üçlü saç ayağın biri olarak Üstad Necib Fazıl tarafından çok zaman önce teşhir edilen bu Hazreti Muaviye müfterisi itikad sapkını adam, 1400 küsür senelik gelecek içinde bu meseleyi vuzuha kavuşturan yüzlerce eser varken, Evrakâ (buldum) durumlarına hangi saikle düşüyor acaba? 

 Bilen varsa söylesin, diyeceğiz ama Avni Hoca’nın bu işi layıkıyla yaptığını biliyoruz. Görmek isteyenler Gurâba Dergisi’nin Şubat 2012 tarihli sayısına bakıp echel’lerin durumlarını topyekûn müşahade edebilirler.  

Garib olanı şu; kaçıncı kez yanlışları bir labaratuar titizliği doğruluğunda önüne koyulmuş, fikirleri tımar edilmişken, hâlâ aynı nakarata hangi akılla devam ediyor; anlaşılması güç.  

Bir de bunların peşine takılmış tufeylî’ler varki, sormayın gitsin. 

Adam, Cübbeli Ahmet’in üçkağıtçılıklarını anlatma bahanesiyle bir kitab yazıyor; ama dert başka… Echel’i cüheladan olan bu sapık, kitabına Hazreti Muaviye radıyallahu anha’ya saldırma kuduzluğu göstererek başlıyor. Allah Resulü’nün Vahiy Katibine dil  uzatma cinayeti… Piçliği mi demeliydik? 

Bir de, takiyyeci İslâmsızoğlu’nu Kaşar Nuri’yi methetmez mi kitabında! Ulan senin ilmin ne, irfanın ne, izânın ne, anlayışın ne? Bu vadide sana bir gram yer tahsisi keramet çapında bir hadise telakki edileceğinden, böyle bir şansında yok. Hangi cesaretle don gömlek fırladın vadiye! 

 Doğru dürüst cümle kuramayan, tashih nedir bilemeyen adam, kalkmış kitab yazıyor… Anladık, herkesin yazma, bir şeyler karalama hakkı var. Anladıkta be adam bu hak sana, kabe duvarına necasetini bırakma hakkı da mı veriyor; bunu anlayamadık!

http://www.furkandergisi.com/index.php/tr/medya-analiz/1440-basindan-notlar

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN’E AÇIK ÇAĞRI

 

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN’E AÇIK ÇAĞRI

Sayın Bakan,

İstanbul Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “Noel Baba Operasyonu”ndan verilen cezanın infazına başlanmasıyla birlikte, 25 Ocak 2000 tarihinde Metris Cezaevi’nde, 17 saat boyunca kurşun ve kimyasal bombalarla katledilmekden kurtulan İbda bağlılarının tutuklanmaları başladı.

Şu ana kadar, Hüseyin Yeşilyurt, Şaban Çavdar, Mehmet Şişmanoğlu, Mustafa Günaydın, Gökhan Altınsoy tutuklandı. Furkan Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Saadeddin Ustaosmanoğlu’nun evine “hırsız ve polis” aynı anda “tesadüfen” baskın yaptı!

Cezaları Yargıtay tarafından onaylanarak kesinleşen İbda bağlılarının başka davalardan içeride tutuklu kalmalarından ötürü “yatar”ları olduğundan, avukatları aracılığıyla verdikleri “mahsup dilekçeleri”nin sonucu bile beklenmeden, görevli hâkimin, “alırım, mahsubu sonra yaparım!” yorumu da işin bir başka ilginç noktası.

Olaylar bu yönde gelişirken, 28 Şubat’ın tabiî bir neticesi hâlinde cezaevlerindeki Müslüman tutsaklardan İbda bağlılarına yönelik gerçekleşen 25 Ocak 2000 Metris “Noel Baba” kod isimli askeri saldırının içyüzüne dair yeni gelişmeler ortaya çıkmakta.

25 Şubat 2012, bugün Yeni Akit Gazetesi’nde “CEZAEVİ İSYANI ETÖ TEZGÂHI” başlıklı haber “isyan”ın arkaplanını ortaya koyar niteliktedir.

Habere göre;
Önceki gün Ergenekon davası ile birleştirilen “Şile kazıları davası”nın tutuklu sanığı Okan İşgör’ün, Ergenekon tarafından 2000 yılındaki kanlı cezaevi olaylarında kullanıldığı belirlendi.

Yerleştirildiği Metris Cezaevi’nde mahkûmları isyana teşvik ettiği belirlenen İşgör’ün, tutuklulara, “içeride silah var mı, nasıl bomba yapılacağını biliyorum, size öğretebilirim” şeklinde telkinlerde bulunduğu vurgulandı. Olaylar sonrası 2 No’lu DGM’de görülen isyan davasında SUÇLAMALARIN TAMAMINI KABUL EDEN TEK SANIK OLAN İŞGÖR’ÜN, YARGILAMA SONUNDA BERAAT EDEN TEK SANIK OLMASI ise bir başka skandal olarak yorumlandı.

Yeni Akit Gazetesi’nde çıkan haber bu.

Haber metinini içerisinde, yargılanan sanıkların Okan İşgör hakkında mahkemede bilgi verdikleri de kaydedilmekte.

Fakat bilindiği üzere bütün bu açıklamalara rağmen “Noel Baba Operasyonu” davası, zamanaşımının “uzun yorumu” nedeniyle sanıkların cezalarının Yargıtay tarafından onaylanması ile geçtiğimiz günlerde neticelenmişti.

Adalet Bakanlığı’na, 28 Şubat süreci inceleyen özel yetkili savcı Mustafa Bilgili’ye buradan sesleniyoruz!

Yargıtay aşamasında olmasından dolayı evraklar arasına sokulmayan ve Okan İşgör’ün AJAN PROVOKATÖR ve Ergenekon bağlantısını kanıtlayan “Şile Kazıları İddianamesi”nden tutuklu olma gerçeği ortadayken, bu “Noel Baba Operasyonu” davasının adalet duygusu ve hukuk kuralları içerisinde gerçekleştiğine inanıyor musunuz?

Okan İşgör’ün Ergenenkon bağlantısı ortaya çıkmış olmasına rağmen, bunu kaale almayan bir davanın neticesi ile insanların evlerinden, üstelik “mahsup dilekçeleri”nin akıbetini beklemeden bir “hamaratlıkla” tutuklanıp cezaevlerin konulmalarını 28 Şubatçılar’ın hâlâ hayatta ve aktif olduklarının bir delili olarak açıklamak mümkünken, bu açıklamanın HÜRRİYETLERİ ELLERİNDEN ALINAN SANIKLARA nasıl bir yarar sağlayacağını açıklamanız mümkün mü?

Adalet Bakanı olarak, Hırant Dink suikastı davasının kimseyi tatmin etmeyen kararına karşı “sert çıkışı”nıza binaen, hem İbda bağlısı insanlar özelinde tüm müslümanlara, hem de 28 Şubat soruşturması nedeniyle AK Parti hükümetine yönelik alenen bir gözdağı olarak görülmesi gereken Yeni Akit gazetesindeki ifşaat karşısında, TAKDİR HAKKINIZI KULLANMANIZI, bu davanın yeniden ele alınması için gerekli çalışmalara başlamanızı, mahsup dilekçeleri bile verilmiş olan kişilerin alelacele tutuklanmalarının önüne geçmek için BU SON ÇIKAN BİLGİYE DAYANARAK İNFAZLARIN DURDURULMASI İÇİN TALİMAT VERMENİZİ beklemek, bu ülkede hâlâ Adalet duygusu kaldığına inanmamız için İLK ADIM olacaktır!

Durdurun bu hukuksuzluğu!

Durdurun bu zulmü!

Durdurun bu haksızlığı!

Durdurun bu adaletsizliği!

FURKAN DERGİSİ

Sadeddin Ustaosmanoğlu’ndan Cemaat ve Cemaatçilik Konusunda Önemli Açıklamalar

TV8′ de yayınlanan 8. Gün programında “Cemaat ve Cemaatçilik”  meselesinin konuşmak üzerine konuk olan Furkan dergisi genel yayın yönetmeni Saadeddin Ustaosmanoğlu’nun önemli açıklamalarının “özet video” olarak sunuyoruz.

Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretleri Hastalandı

Akciğerlerindeki ödem nedeniyle sağlık sorunları yaşayan Şeyh Nazım Kıbrısi’nin durumu ağırlaştı.

90 yaşındaki Kıbrısi, hastaneye gitmeyi reddettiği için evde tedavi görüyor.

Bir süredir nefes darlığı çeken Kıbrısi’nin durumu dün gece ağırlaştı.

KKTC’nin Lefke kasabasındaki dergahında 24 saat gözlem altında tutulan Şeyh Kıbrısi, kalp yetmezliği sorunuyla da karşı karşıya ancak bilinci açık.

Allah’dan kendisine şifalar, sevenlerine sabırlar niyaz ediyoruz.

ERBAKAN DA ERGENEKONCU OLURDU

ERBAKAN DA ERGENEKONCU OLURDU

Mehmet Ali Güler 29 Ocak 2012 tarihli Aydınlık’taki yazısına bu başlığı atarak, Ulusal Kanal’da (Doğu Perinçek’in kanalı) konuk ettiği Saadet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi Av. İsmail Müftüoğlu’nun söylediklerine temas etmiş…

Kayda değer bir şey olmamakla birlikte, memleket ahvaline bakışlardaki yavanlığın görülmesi açısından değinmeyi (zaruret miktarı) gerekli gördük.

Bakalım Bay İsmail neler demiş ve bu “demiş”lere nisbetle neler olmuş, oluyor… Sonuçta da Saadet Partisi’nin amip gibi dağılıyor olmasının bazı ipuçları görülmüş olur, diye düşünüyoruz.

Güller şöyle diyor:

“ABD’ye karşı olduğunu program boyunca her fırsatta dile getiren eski Adalet Bakanı İsmail Müftüoğlu, AB’ye de karşı olduğunu, AB’nin bir sömürü düzeni olduğunu vurguladı.”

Aklımıza şu geldi; Saadet Partisi’nde her şeye körükörüne karşı olmak bir âdet hâline geldiğinden, birbirlerine karşı olmak da âdeta âdet edinildi. Bu sebeble de amip gibi dağılıyorlar… Şimdi de mâşâallah nur topu gibi bir Milli Şef’leri oldu. Denildiğine göre, daha doğrusu basına yansıdığı kadarıyla, bu milli şef kudretlû, haşmetlû iradesiyle Fatih Erbakan’ı da enterne etmiş durumda… Vefa borcu mîrim; vefa borcu! Politik yol çoğu zaman kahpelik tuzaklarıyla döşelidir.

Ne yâni, bu iş Padişahlık gibi babadan oğla mı geçsin demek istiyorsun, diyenlere; tabiî ki hayır deriz. Herkes hak ettiği mevkîi almalı!.. Mesele şu; bu parti de hak edilen yerler doğru dağıtılsaydı AK Parti, Has Parti olur muydu? Ne dersiniz?.. Bir sürü gevezelik yapanlar çıkabilir bu konuda ve inanın söyledikleri fındık kabuğunu doldurmaz… Boş lâkırdılar.

Saadet’teki Millî Şef yapılanması tâ temelinden mevcut. Biraz esnek yapı arzettiği için pek anlaşılmaz. Biraz da İslâmî motifler kullanıldığından pek görülmek istenmez. Ciddi bir dünya görüşüne mâlik olmadan çıkılan yolun hüsran olacağını Üstad Necib Fazıl yüzlerine bin kez haykırmış olmasına rağmen, onlar Millî Görüş sloganında kilitlenip kalmışlardır… Her dönem bir slogan… D8 de bu minvâldedir. AK Parti’nin yaptıklarına bakarak bir değerlendirme yapmamız gerekirse, rahatlıkla bu sloganları kat kat aşan işler yaptığını, yapmakta olduğunu söylemek mümkün… Geçelim.

Yani anlayacağınız, öyle, çok ciddi gibi gösterilen bir çok şeyin popülizm sınırları içinde kaldığı muhakkak. Bay İsmail de bu popülizmin büyüttüğü çocuklardan biri… Daha açık söyleyelim, makam ve mevkiler tek başına eşya ve hadiselere tasarrufta yeterlidir, mücerret fikir olmasa da olur diyen çocuklardan… Böyle büyüdüler. Bu sebeble de yürütemiyorlar. Bir başka yönüyle de, kimsenin fikrine ihtiyacımız yok kibri. Yürümez, yürümüyor, yürümeyecek! Tabiî en doğrusunu Allah bilir.

Gelelim işin en komik faslına:

Geçen haftalarda Saadet Partisi heyeti olarak Suriye’ye gittiklerini hatırlatan İsmail Müftüoğlu, ilginç bir anektod anlattı. Humus’ta, kendilerini izleyen bir Türk gazetesinin muhabiri, Müftüoğlu namaz kılarken, İstanbul’a haber geçer. Telefonda, her yerin yandığını, Suriyeli askerlerin muhaliflere ateş açtığını vs. anlatır.

Namazı bitiren Müftüoğlu, muhabire serzenişte bulunur, “ayıp değil mi, neden yalan söylüyorsun bak ortalık güllük gülistanlık”der. Muhabirin yanıtı ibretliktir: “Patronum böyle haber istiyor!”

Ne garib değil mi? Dünya ayağa kalkmış. Saadet Partisi Lideri Mustafa Kamalak, biz Esed’e destek vermeye değil, dökülen kanı durdurmaya gittik, diyor… Suriye’de muhalif bir ordu kurulmuş ve artık Şam’ın banliyölerinde mücadele ediyor. İç savaştan bahsedenler var. Fakat tek başına hüküm sahibi Bay İsmail; ORTALIK GÜLLÜK GÜLİSTANLIK diyor… Komik dediysek, traji komik.

Yazının sonu:

“AKP’nin kuruluşuna ve eski öğrencilerine de değinen İsmail Müftüoğlu, Erdoğan’ın başbakanlığa gelişi sürecinde önemli bir isme, dönemin ABD büyükelçisi Morton Abromowitz’e de değindi.

Müftüoğlu, Abromowitz’in Erdoğan’la, daha Refah Partisi İstanbul İl Başkanı’yken temasa geçtiğini belirtir.”

Bay İsmail programda “eski öğrencilerim” diyerek mevki kazanmaya mı çalışmış acaba? Bilmiyoruz! Şayet öyle ise, yani “öğrenci” “hoca” şıkları doğmuşsa biz öğrenci alalım. Hocaların hâli belli.

Abromowitz meselesine gelince. Şu anlaşılıyor; müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış… Bay İsmail’e hatırlatalım; çıktığın kanalın mânevi babası Perinçek bir Mao hayranıdır. Çin’de Mao’nun ne kendi ne felsefesi kalmamıştır ama Perinçek inadına Mao’cudur; tuhaf! Bay İsmail’e hatırlatalım, bu Mao’culuğun arkasında gizli bir de Mason’luk vardır. İnanmıyorsa İddianamelerdeki tapelere bakabilir. Veya, dava açmaya çok meraklı olduğu Furkan Dergisi’nin eski sayılarına.

Bu bilgiler muvahecesinde biz de Bay İsmail için şöyle diyebilir miyiz;

Bay İsmail Mao’yu sever, Masonlara yardım eder. Perinçek aşkı onu böylesi bir yola sevketmiştir. Bu sebeble onların peşine takılarak, Suriyelere kadar gidip bir Müslüman katilini kurtarmaya yeltenmiştir vs. vs…

Diyemeyiz tabiî. Dersek, dam üstünde saksağan olur. Bay İsmail’in de söyledikleri aynı cinsten; vur beline kazmayı… cinsinden.

Hülasa, diyeceğimiz şu ki, Saadet Partisi bu hâliyle yol alamaz. Ve de amip gibi bölünmeye devam edecek görünüyor… Başarılı olmalarını samimi duygular içerisinde arzu ettiğimizi belirtmekte boynumuzun borcu. Allah daim ve Kaim eylesin.

PKK ASKERİ VESAYET SÜRSÜN DİYEN DERİN DEVLETİN ELİNDE

Türkiye’de çok şeyler değişti; değişiyor… KÖKLER’e doğru ilerlerken, bütün ayrık otları tek tek ayıklanıyor.

Bu ülkede Kürt meselesi yoktu, “KÜRT’ÜN MESELESİ” vardı. Aynen TÜRK’ÜN de meselesi olduğu gibi… Kürt meselesini, Türk meselesi güdenler çıkardı… Türk’ün meselesini (İSLÂM) bir kenara iten Türk meselesi taraftarları, yok yere Kürt meselesi çıkararak memleketi ateşe attılar… Ve; yıllar boyu Anadolu insanını berhevâ ettiler… Adına da, Ulusalcılık, vatanperverlik, kemalistlik dediler. Vatanı onlardan başka kimse sevemez, sevmeye kalkana da müsaade etmezlerdi.

İstiklal savaşında Kürt dağlarda mıydı cephede mi?.. Sonra ne oldu? Niye oldu?.. Bu sorunların cevablarını verme lutfunda bulunmayanlar, yurdu demir ağlarla ördüklerini, on yılda on beş milyon genç yetiştirdiklerini falan söyleyip şişiniyorlardı. Sonra millet öğrendi ki, ülkeyi her türlü satışa getirerek şişiyorlarmış meğer… E tabii şişmenin de bir sınırı var; balon patladı.

Patlayan balonlardan biri de PKK’nın Kürt meselesi… Bu mesele, hatırlattığımız üzere Kürt’ün meselesinden ayrıdır ve müthiş derecede dış finansmanlar üzerinden yürütülür. Şimdilerde bu mesele konuşulmaya başladı ki, epeyi iplik pazara dökülecek gibi.

Kürt Aydınlarından Kemal Burkay bu meseleyi gittikçe derinleştiriyor… Bu sebeble de tehditler alıyor… Yani, Kürt’ün haini(!)… Diğer taraf beyaz Kürt konumunu kaptırmak niyetinde değil anlaşılan. Beyaz Türk dostlarının yaptığı vech üzere…

Burkay ilginç şeyler söylüyor. Mesela:

“Öcalan kameraların önünde ‘pişmanım, hizmet edeyim’ dedi. O tarihten sonra PKK’nın yaptıkları devletin istediği şeylerdi. Öcalan yakalandıktan sonra 180 derece dönerek 80 öncesi politikalarına döndü. Ne silahlı mecadele yaptı ne bağımmsızlık istedi, ‘üniter devlet modeli’ dedi.

PKK, ‘Başkan taktik yapıyor’ dedi bunu gölgelemek için. Yargılandığı dönemde şunu söyledi: Gelip teslim olsunlar. Bunun yolu neydi af çıkarmak ama devlet bunu yapmadı.

Derin devlet dediğimiz şey buna izin vermedi. PKK’yı yedekte tutmak istedi. Kürt hareketi PKK olarak gösterildi. Onun savaşmasını istedi.

Bu çatışmanın sona ermesini istemeyen ve ekonomik ve siyasi rant elde etmek isteyenler PKK içinde de karşısında da var.” -30 Ocak 2012 Star-

Burkay daha da ilginç şeyler söyleyerek devam ediyor:

“Öcalan, derin devlete karşı çıktığı anda kontrolü yitirdi örgüt içinde. Öcalan ne dedi seçim sürecinde, silahları bırakıyor barış anlaşması imzalanıyor dedi. Ama o sırada silahlar konuştu. Demek ki derin devlet PKK’nın silah bırakmasını istemiyor. Öcalan’ı bypass ettiler.

PKK’nın içinde derin devletin güçlü bir eli var ve provakasyonlar için fırsat kolluyor. Reşadiye, Kastamonu, Antalya ve Dört yoldaki eylemler, sınırdaki karakol baskınları provokatif eylemlerdi.

BDP ve PKK’nın bazı şeylere niye karşı çıktıklarını anlamak güç. Bir Ergenekon davası çıktığında niye tarafsız kalıyorlar. JİTEM’in işlediği onca cinayetin ortaya çıkması için destek vermek gerekiyor.

KCK, Öcalan yakalandıktan sonra ortaya çıktı. PKK yeniden dizayn edildi. Balyoz davası sırasında ele geçen bir belge vardı. 2000-2001’de bir subay, Öcalan’ın avukatıyla görüşüyor. Subay PKK nın içine 50 subay yerleştirmek isteriz’ diyor, Avukat ‘Tamam ama bu kararı alırken bunda ben yalnız olmayayım’ diyor.

Örgüt bir ara sendeledi. Kongreye son günde askeri helikopterle yetişen Öcalan’ın avukatı Mahmut Şakar ‘Başkan savaşacaksınız kararı aldı’ dedi.

Ondan sonra yeniden PKK hareketleri başladı. Niçin? Kanımca darbe zemini içindi. Ak Parti ngellenemeyince, darbeler yoluya engellenmeye çalışıldı. Bu darbelerin amacı askeri vesayeti sürdürmektir.”

Evet.

Bu konuşmalar bir hayli ezber bozacak cinsten. Bundan böyle meseleler, Uluslar arası konjenktürün müsaitliği ve hükümet edenlerin feraseti nisbetince çözülmeye devam edecek… Anlaşılan o ki, bu gidişat her türlü gizli saklıyı ortaya dökecek, anya ile Konya belli olacak. Görelim Mevlam neyler.

Bir tepki de Kürt siyasetçi İbrahim Güçlü’den geldi. Burkay’a tehdidi Kürtlere ve onların geleceğine yapılmış olarak gören Güçlü, “Bu, PKK dışında ortaya çıkacak siyasi bir alternatifi engellemedir” diyor. Ve 30-40 yıldır Kürt temel hak ve özgürlüklerini savunanların PKK tehdidi altında olduğunu söyleyen Güçlü şunları söylüyor:

“Devlet devlet değil, kemalist elitin devletidir.

PKK kendisinden başka Kürt aktör istemiyor. Zaten bu aynı zamanda derin devletin de istediği bir şey. Bunlar siyam ikizidir. Ama öyle siyam ikizidirler ki, birleşik kaplar gibidir.

JİTEM diye önemli bir dava var. Kazılardan cesetler çıkıyor. Öcalan’ın talep etmesi halinde binlerce insan sokağa dökülebiliyor. Ama bu kazılarla ilgili kitle gösterisine rastlanmıyor. Ergenekon ile ilgili de öyle.

Faili meçhullerin ne kadarı devlete ve PKK’ya ait tesbit edemiyoruz. Ama iç içe oldukları kesin.” -Star-

Bütün bu olanların temelindeki mesele, Derin Devlet’in deşifre olmasıdır. Henüz bürokrasinin kılcal damarlarından sökülebilmiş değiller ama, ana artellerde rahat dolaşamadıkları da bir hakikat. Ortadoğudaki ayaklanmalar ve batıdaki batışların hızına ve şekline göre, mesele vuzûha kavuşacak, yavaş yavaş KÖKLER’in gerektirdiği sahillere bu millet ve bu ümmet ulaşacak. Gidişatın bundan başka işaret ettiği bir yön görenler varsa söylesinler.

Davosta, kapitalizmin bir bakıma İFLASI da açıklanmışken, bu gidişata kim hangi güçle engel olacak?.. Arada, mevzii başarı kazanmalarına bakıp da rotayı şaştığımızı zannedenler olabilir, aldanmasınlar… Kaldı ki, artık mevzii başarı bile elde edecek takatları kalmadı… Batı ve batıcılar ve de gizli saklı batı ile kâim olanların devri bitti. Çünkü batı bitti… Uğurlar ola.

BATI SENDELEDİ DİKTATÖRLERİN SONBAHARI BAŞLADI

Uzun zamanlardır Doğu’da sömürmedik yer bırakmayan sömürgeciler sendeleyince, ayakta tuttukları putları da bir bir devrilmeye başladı… Bunlardan bir tanesi canhıraş feryatlarla efendilerine sesleniyor:

“ESKİ DOSTLARIM BENİ KURTARIN.

Mübarek, aralarında eski dostları Sarkozy, Belusconi ve Bush’un da bulunduğu dünya liderlerine mektup göndererek kendisini idamdan kurtarmalarını istedi. Eşi Suzan Mubarek de dondurulan hesaplarını açtırmak için Avrupa’ya gitmek istiyor” (30 Ocak 2012, Star)

Demek diktatörler de ağlarmış. Hanımefendi de, Mısır halkından çaldıkları paraların hayali peşinde… Doymaz bu domuzlar. Hem zulmederler, hem de düşdüklerinde, bir muhasebe yapıp kendimize gelelim demezler… Varsa yoksa köpek nefsleri… Gerisi onlara vız gelir. İnsanları işkencehanelerden mahkemelere demir kafeste taşıttırırken o kafese hiç girmeyeceğinden ne kadar emindi Fravun. Şimdi o kafesin içinden dostlarına imdat çığlıkları gönderiyor. Kaldı ki, dostları zaten kendi post olmuş vaziyetteler… Geriye kala kala bir yarım Sarkozy kaldı ki, o da gidici gibi… Ama ne yapsın Firavun; can tatlı… Tabii asıp kestiği insanların canları beş para etmezdi, öyle zannediyordu. O mazlumların kanları geldi boğazına tıkandı. Şimdi titriyor.

GECENİN GÜNDÜZE DÖNÜŞÜNDEKİ ÂHENK’E TALİBİZ

Acele etmiyoruz aslında. Biliyoruz ki acele şeytan’dan, teennî Allah’tandır. Hükmün öne alınışında maslahat sözkonusu olduğundan, hükmü, UYARICILIK’a vesile kılıyoruz, ona göre söz söylüyoruz. Yani, işin taktiği, stratejisi, ideolojisi vs… Ama asla olacağına inanmadığımız şeyleri söylemiyoruz, sadece öne alış, sonraya bırakış sıralamasında, maslahata dikkatle hareket ediyoruz.

Bu minvalden olmak üzere, yani hem teenniye, hemde olan bitenin adını koymaya dair şu satırlara bakalım:

“Aslında, ‘Arab baharı’ tabiri kısıtlayıcı ve yanıltıcı olmasından ötürü çok yanlış bir metefordur. Eğer bir meafor gerekiyorsa bu ‘Arab Baharı’ değil ‘Diktatörlerin Sonbaharı’ olmalıdır. Tunus’tan Mısır’a, Libya’dan Yemen’e olan halk ayaklanmaları, ihtilaller diktatöryel rejimleri sona erdirmiştir. Peki bahar ne zaman gelir? Çiçeklerin, meyvelerin ortaya çıktığı zaman. Daha ne çiçek var ne de meyve. Bu bir doğum sancısıdır. Mısır’da ve Tunus hariç bölgenin diğer ülkelerinde olanlar, çok zor gelişmelerdir. Zira 40 ile 60 yıldır bu ülkeler diktatöryel rejimler altındaydı. Devlet sadece baştaki adamı korumak, arzularını yerine getirmek amacıyla çalışıyordu. Toplumun müesseseleri yıkılmıştı. O sebeple bahardan bahsetmek çok yersiz bir teşbih” (İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, 30 Ocak 2012 Star)

Bu satırları Türkiye’ye de tatbik edebilirsiniz. Tabular yıkılıyor, çetelerin çeteleleri tutuluyor, servislerle olan ilişkileri takib ediliyor vs… Gündüzün geceye tahvili nasıl teenni içinde gerçekleşiyorsa, gecenin de gündüze tahvili aynı teenniyi gerektiriyor… Bütün mesele, süreç içinde rehavete kapılıp kaybolmamak. Ne demişler; SABIR… SAVAŞ…ZAFER… Gidişat bu yöndedir; inanıyoruz.

KÜÇÜK BİR ŞARET FİŞEĞİ

Küçükte olsa, gidişata dair epeyi ufuk açıcı bir haberi de yine aynı tarihli gazeteden nakledelim. Derinden derine neler gelişiyor görelim:

“Çareyi İslâmî Finans’ta buldular.

Yaşanan global krizle birlikte Batı’da İslâmî finans ve maliyecilik derslerine ilgi arttı. Fransa’daki Strasbourg Üniverstesi’nde 3 yıldır İslâmî maliyecilik dersi verilirken, yaşanan ilgi üzerine aynı alanda kurslar da açıldı. 1 yıldır süren kurslara ilginin yoğun olduğunu anlatan Ekonomi Profesörü Laurent Well ‘İslâmî maliyecilik bu krizin galibidir. O yüzden ilgi arttı’ dedi.”

Mesele şu ki, kapitalist sistemin her bucağı teslim aldığı dünyada, İslâmî bankacılığın hakkını verebilmek imkânsız. Fakat, gel gör ki, rüzgarı bile yetmiş. Ne diyelim! Gecenin gündüze tahvili devam ederken, kimbilir nerelerde daha neler pişiyor? Allah, “Nurumu Tamamlayacağım” buyurduğuna göre?

Geçiş döneminde iddialı SİSTEMLER arz-ı endam etmeli… Biz BAŞYÜCELİK DEVLETİ diyoruz… Doğum sancılarından sonra doğacak BÜYÜK DOĞU’nun sıhhatli büyütülmesi, şimdiden alınacak tedbirlerle mümkün.

http://www.furkandergisi.com/index.php/tr/medya-analiz/1426-basindan

AKLINI BAŞINA TOPLA İSMAİL MÜFTÜOĞLU

Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yeğeni olarak tanınan Furkan Grubu’nun önemli ismi Saadettin Ustaosmanoğlu çarpıcı açıklamasıyla İsmail Müftüoğlu gerçeğini ortaya çıkardı

Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yeğeni olarak tanınan Furkan Grubu’nun önemli ismi Saadettin Ustaosmanoğlu’nun şu açıklamasıyla İsmail Müftüoğlu gerçeği ortaya çıktı:

‘Cübbeli, Müftüoğlu ve gibilerinin kurduğu çete tabii olarak Ergenekon terör örgütüne de hizmet ediyor. Cüppeli’ye ve Müftüoğlu’na buradan sesleniyorum: Şahsiyetli olun, dik durun, küçük kurnazlıklara yeltenmeyin. Aklınızı başınıza toplayın.’

Saadettin Ustaosmanoğlu genel yayın yönetmenliğini yaptığı Furkan Dergisi’nin internet sitesine yaptığı açıklamada, ‘Ergenekon’la ilişkili gösterdiği Ahmet Ünlü ve Saadet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi İsmailağa’nın lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun hukuk müşaviri İsmail Müftüoğlu hakkında şu iddialarda bulundu:

Erbakan Hoca, ‘Niçin İsmailağa’nın oylarını AKP’ye kaptırdınız’ diye Müftüoğlu’nu fırçaladı. Fırçalamanın meydana getirdiği kuyruk acısıyla Müftüoğlu, Cüppeli’yle kafa kafaya verip Saadet Partisi’ni kurtarmaya çalışıyor. Biz bu oyunu bozduğumuz için de en ahlaksızca atraksiyonlara giriyorlar. Bir daha Erbakan Hoca’dan beceriksizlik azarı işitmek istemediği için kıvranıyor. Ama yanlış kişilere sataşıyor!

Efendi hazretleri Cüppeli’ye, ‘Bizim parti ne yapıyor?’ diye soruyor. Cüppeli, ‘Saadet mi?’ diyor. ‘Yok yok, bizim parti’ deyince o ‘Yazıcıoğlu’nun partisi mi?’ diyor. Üçüncü soruşundan sonra Cüppeli ıkına ıkına ‘AKP mi efendi hazretleri’ deyince ‘Evet’ cevabını alıyor. Tabii bu şu demek değil; efendi hazretleri AKP’lidir. Efendi hazretleri hiçbir parti, hiçbir teşkilât, hiçbir örgüte nisbet edilemez.

  kaynak: http://www.medyanot.com/analiz/4875-aklini-basina-topla-ismail-muftuoglu.html

Kundaktan Bugüne Efendi Hazretleriyle Birlikte Olan Ahmet Ustaosmanoğlu Hoca


 
“EFENDİ HAZRETLERİ 10 YAŞINDAYKEN MÜRŞİD ARIYORDU!”
– Hocam, dilerseniz sohbetimize Efendi Hazretleriyle olan yakınlığınızı anlatarak başlayalım. 
– Efendi ile yakınlığım, annelerimiz de kardeş babalarımız da. Bir evde doğduk, bir evde büyüdük. 
Babam askerdeydi. 
Asker dönüşü köyde 3 tane erkek evlat doğdu. Birisi Mahmud Efendi, benden 40 gün büyük. İkincisi Mustafa hoca, 
üçüncüsü de ben… 1930 doğumluyuz. Ama Efendi’nin annesi O’nu 1931 doğumlu yazdırdı; asker geç gitsin, okusun diye.
– Babanızın ismi?
– Babamın ismi Osman Ustaosmanoğlu.
– Efendi’nin babasının ismi?
– Efendi’nin babasının ismi Ali Ustaosmanoğlu. Babalarımız kardeş. Ufak kardeşlerinin ismi de Hüseyin Ustaosmanoğlu. 4 kardeştiler, biri askerde kaybolmuş.


İlk Tahsil

– İlk ilim tahsiline nasıl başladınız?
– Babam bizleri okutmaya karar vermiş. O zaman okutma diye ortada hiçbir şey yok. O günün şartlarına göre ilim okuma ve okutmak yasak idi, çok baskı vardı. Kâğıtlara Elifba’ları yazmak gibi İslâm’ı hatırlatan şeylerin ortada görünmemesi gerekiyordu. Hatta köyde çocuklara kulübelerde Kur’ân öğretilirken köyün giriş taraflarına nöbetçiler konulurdu; 
jandarmaya karşı… 
O günleri hatırladıkça insanın ağlayası geliyor…
– Allah demenin yasak olduğu bir dönemde babanız size İslâm’ı nasıl öğretti?
– Babam çok zeki adamdı, tahtadan üç tane kürek yaptı. Elifba’yı o küreklere yazdı. Derse giderken o kürekleri ters çevirip omzumuza alırdık, böylece Elifba gözükmez idi. Uzaktan gelen arkadaşlara da 50 cm. uzunluğunda 10 cm. genişliğinde tahtalar hazırladı. Bu tahtalara da Elifba’yı yazdı. Gelip giderlerken tahtayı sırtlarına koyarlardı. İş bu kadar feciydi!
– Hep babanız mı okuttu?
– Babamda hafızlığı yaptık. Hafızlık bittikten sonra köyümüzün dışında bulunan Mehmet Aşık Kutlu’ya tâlime gittik. 1,5 saatlik yolu, bir müddet yürüyerek gittik geldik. 1 ayda bir Sübhâneke’yi geçemedik, o kadar sıkıydı. Orada tâlimi bitirdik, tabiî çeşitli zorluklar altında. Yemek yok, sırtımızda peynir getirirdik. Gidip gelmek zor olunca orada kalmaya başladık. Annelerimiz çok gayretliydi, her gün yemekleri oraya getirirlerdi.

Hacı Dursun Efendiyle Tanışma
– Hacı Dursun Efendiyle tanışmanız nasıl oldu? 
– Mehmet Aşık Kutlu’da tâlimi bitirdikten sonra köye geldik. Arapça okutacak kimse yok. Az da olsa Arapça bilenler var ama okutamıyorlar. Bu esnada Hacı Dursun Efendi diye bir isim duyuyorduk; büyük âlim, Fatih medreselerinde okudu, dersiâm. Kültürlü bir âlim. Ulûm-ı akliye ve ulûm- nakliyeye vakıf birisi. Ama ismi var kendi yok.
Tanışmamışız… 
– Efsane gibi…
– Efsane gibi! Hanımı vefat etmiş. Hanımı vefat edince Of’un köylerinden asil bir sülale arıyor. O sülaleden bir kızla evleneyim diye. Bizim sülaleyi tavsiye ediyorlar. Hacı Dursun Efendi evlilik için talip olunca, babamın kayınvalidesi takvalı bir insandı, o bu evlilikle ilgili bir istihare yaptı. İstiharede, hocamız Hacı Dursun Efendi’nin köyü olan Çalek’de bir elektrik santrali kurulmuş, o santral orada çalışıyor lambaları bizim köyde yanıyor! O güne kadar da köyümüzde o kadar hafız yetişti ki, her evde hafız… İş o hale geldi ki, hafız olmayana kız verilmiyordu. Köyü dolaştığın zaman, sanki arı kovanı gibi her evden Kur’ân okuyanların sesleri gelirdi. Hep Arapça okumayı bekliyoruz… Babam kızı Dursun Efendi’ye verdi…
– Hacı Dursun Efendi ders veriyor muydu?
– Dursun Efendi’nin tek bir talebesi vardı; Vardalı Osman isminde. Başka bir talebesi yok. Kalabalık bir talebe grubuyla Çalek’e gittik; Dursun Efendi’nin köyüne. Bizleri görünce O’na da okutmak gayreti geldi. Okutmaya başlayınca herkes oraya hücum etti. Rize, Erzurum, Gümüşhane, Samsun, Bayburt… Yavaş yavaş tüm Türkiye’den ilim okumak isteyenler Çalek’e geldi. Çünkü başka ilim okutan yok!
– Hacı Dursun Efendi, İslâm’ın öğretilmesinin yasak olmasına rağmen nasıl eğitim verebiliyordu? 
– Dursun Efendi bütün ağaları elinde tutardı. Bütün ağalar ona yardımcı olurdu. Tellioğlu, Çakıroğlu, Nuhoğlu gibi ne kadar ağalar varsa ona bağlıdılar. Ağalar kursun güvenliği ve ihtiyaçlarını sağlarlardı. Ağaların bu işte büyük emekleri oldu.
Ve Dursun Efendi, ağaların bu gayretine karşılık onlara minnet duymaz, o ağalara en ağır lafları da söylerdi…


Efendi Hazretleri Vuruldu!

– Hacı Dursun Efendi’nin yanında eğitimi tamamladıktan sonra ne yaptınız?
– Çalek’te okumayı bitirip icazet aldıktan sonra memleketten ayrıldık. 
İlk evvel Efendi ayrıldı. Of’un Yaranöz köyünde imamlık yaptı ve icazet verdi. 
Bazı yerlerde imamlık yaptı ve gittiği yerlerde halk tarafından tutuldu. O zaman da sofiydi.
Bir gün Efendi Hazretleriyle birlikte düğüne gittik. Düğünde çıkan bir tartışma sırasında yere düşen silahtan çıkan kurşunla Efendi Hazretleri vuruldu. Ayağından… 
Babam, çarşıda doktor olmadığı için O’nu Sürmene’ye götürdü. Sürmene’de O’nu tedavi eden doktor, bunu babamdan dinledim, dedi ki, “Bu çocuğu altınla satsalar onu alırım”. Sebeb neydi? Hani kurşun baldıra girdi çıktı ya, o zaman uyuşturucu-narkoz yok, çocuk hiç ağlamıyor. 
Ortalığı velveleye vermiyor. Doktor, “Bu çocukta bir hikmet var.” demiş. Babam, “Nerden anladın” diye sorunca, “Baksana demiri kurşunun girdiği yere sokup çıkarıyorum ama hiç ses yok” demiş.

Küçük Yaşta Mürşid Arayışı

– Çocukluğunuz nasıl geçti.
– 7-8 yaşlarında meraya inekleri yayardık. Akşam eve gelirdik, yarın daha isteki olalım diye annelerimiz bize süt verirdi, O sütten içmezdi. Annesi, “Oğlum niye içmiyorsun” diye sorduğu zaman “Köyün ortak malından otlanmıştır, içilmez; belki başkaların hakkı vardır.” derdi. Namahremden oldukça kaçardı. 
Daha sabî… Namahrem gördüğü zaman yüzünü kapatırdı. Kadınlar, “Oğlum daha akil baliğ olmadın” dediklerinde “Sen oldun ya” derdi. 
10-12 yaşlarındayken bana “Şeyh arayalım” dedi. Şeyh aramaya gittik. 
Rize’dekileri beğenmedi. Of’takileri beğenmedi. Çaykara’ya gittik beğenmedi… “Beğenmedim” demiyor ama talip de olmadı… Daha çocuğuz…

Sonra asker oldu. Askere giderken, bunu da annesinden duydum, “Ya Rabbi! Bana bir mürşid nasib et!” diye dua etmiş.
– Efendi Hazretleri’nin ailesini anlatır mısınız?
– Babası da sofiyindendi. Üzerinden kaza namazı geçmemiştir. Büyük bir tarlası vardı. Tarlanın bir ucundan diğer ucuna, bayır tarafa toprak taşırdı. Bir gün “Amca, bu senin toprak taşımanla burası dolmaz” dediğimde, “Ben de biliyorum ama burada yapacağım iki iş var. Ya tarlada çalışacağım ya da kahveye gidip dedikodu yapacağım. Hem toprak taşırken bir seferde 3 bin La ilahe illallah çekiyorum. Kahvede oturmak mı kârlı, yoksa bu mu” deyince “Bu daha kârlı” dedim.
Efendinin annesi “köyün babası” sayılırdı. Kırıkları tedavi eder, nerde bir icazet veya topluluk olursa “Oğlum hayırlı olsun” diye dua ettirirdi. Biri hacca gitse ona kağıt verir ve hacda “oğlu hayırlı olması için dua ettirirdi. Bu işe çok ehemmiyet verirdi. O zamanlar açlık zamanları. Annesi, 60 kg. kirazı sepete doldurup, sırtında Çaykaraya götürürdü. Evde gaz yok, tuz yok… o günlerde durum buydu.
Efendi’nin babasının Hac’da şu duayı yaptığını duydum: “Ya Rabbel âlemin. Benim oğlumu Hazreti Resûllah’ın sünnetine bağlı ve onu yayan insanlardan yap!”

Aranan Bulundu!

– Efendi Baba Ali Haydar Efendi ile tanışmayı anlatır mısınız?
– Askere Bandırma’ya gitti. Bandırma’da Cuma günleri, birlikten izin almak suretiyle cumaya gidiyorlar. Kıldıkları camide de, Ali Haydar Efendi’nin şeyhi Ali Rıza Efendi yatar. Ali Haydar Efendi imamın arkasında. Efendi de gerilerde. İçinden “Şu Hocaefendiyle bir tanışsam” diye geçiriyor. Ali Haydar Efendi yanındaki arkadaşına, bunu kendisi söylerdi, “Şu arkada direkten bu yana 3. askeri al getir bana…” der!

(Devam Edecek)  Furkan Dergisi, s. 5, Temmuz 2006



Sadettin Ustaosmanoğlu: Cinayetlerin Temelinde Çeteler ve Patrikhane Var!

Furkan Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Sadeddin Ustaosmanoğlu, İsmailağa Camii içerisinde işlenen Hızır ali Muradoğlu ve Bayram Ali Öztürk Hocaların öldürülmelerinin temelinde “patrikhane ve onlara hizmet eden gizli servisler”in olduğunu 2006 yılında kamuoyuna duyurmuştu..

Basından Notlar xxııı

DENKTAŞ ÖLDÜ TOPRAĞI BOL OLSUN

Kıbrısı kumarhane cennetine çeviren Mason Denktaş âhir ömründe Kelime-i Şehâdet yerine “Sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar” şarkısıyla karısına serânâd yaparak, dar-ı bekâ’ya intikâl etti. Toprağı bol olsun!

Özellikleri; iyi bir Mason, iyi bir Kur’an Kursu ve İmam Hatib Mektebleri düşmanı. İyi bir Kıbrıs halkını dinsizleştirme Koç’u, iyi bir toprak müzakerecisi (yani, vatan’ın inancın yaşandığı yer olduğunu bilmeme şaşkınlığı demektir), iyi bir Demirel dostu, sıkı bir Türk Militaristleri dostu (yani kamuflajlı, zaman zaman kamuflajsız Ergenekoncu)… Yani, yani, yani…

Herkes bilmeli ki, bir gün bu yâniler biter, “Küllü Nefsin Zaikatül Mevt” hikmetince açılan KABİR kapısından yeni bir dünyaya girilir. Orada sorulur:

– Bay Denktaş, Allah’ın Kitabı için ne yaptın?

– Yâ Rabbi ben Kıbrıs Türkünü ve Kıbrıs toprağını kurtarmak için ömrümü verdim!

– Ey kulum, kimden kurtardın?

– Gavurlardan Yâ Rabbi!

– Gavurlar senin halkına ne yapmak istiyorlardı?

– Öldürmek veya köle etmek Yâ Rabbi!

– Ey kulum, görmüyor musun ki, bu işleri sen kendi halkına yapmışsın; ruhlarını öldürmüş onları benim dinime yaklaşmaktan menetmişsin, dolayısıyla da, Bana köle olmamanın gerektirdiği köleliğe düşürmüşsün onları!.. Ne diyorsun?

– Yâ Rabbî!.. Yâ Rabbî!.. Yâ Rabbî!..

 

HADİ ŞİMDİ DE GÜL PALYAÇO!!!

 

Bu sözü kim kime söylüyor dersiniz?.. Anlatalım. Palyaço Fransa cumhurbaşkanı oluyor, onu palyaçoluğa terfi ettirenlerse İtalyanlar. Bir süre önce Sarkozy şöyle bir laf etmişti, “Fransa’nın kredi notu asla düşmeyecek, düşerse ben ölürüm”… Daha sonra da Almanya (23 Ekim 2011) başbakanı Merkel’in, “Berlusconi’nin İtalyası için ne düşünüyorsunuz?” sorusuna Sarkozy, Merkel’e bakıp sadece gülmüştü.

Bu durumun kızdırdığı İtalyanlar şimdi bir fırsat yakalamış, Sarkozy’yi palyaçolaştırmaya çalışıyorlar. Fırsatta şu; uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poors 9 Avrupa birliği ülkesinin kredi notuyla birlikte Fransa’nın notunu da düşürmüş… Tabiî İtalyanlar harekete geçip intikam alıyorlar…

Ee, bize ne bundan, diyebilirsiniz!

Yâni, basit bir itiş kakış muamelesi, bahse değer mi, diye düşünebilirsiniz. Fakat, mesele hiç de öyle değil. Şayet bu tür dalaşmalar AB sürecinin sağlam bağlarla bağlandığı zannedilen dönemlerde olsaydı, haklısınız. Oysa, şimdi AB’nin her yönünü bir telâş almış, neredeyse eski defterler açılmak üzere. Dolayısıyla, böyle bir zamanda, böylesine bir durum hiç de hayra alâmet değil.

“Ne gibi” derseniz, anlatalım. Efendim, biz Doğulular arasında bir asırlık bir husûmet vardır. Bu husûmet tabiî değil, Batılılar’ın kotardıkları sûni bir husûmettir. Dolayısıyla husûmet sayılmaz, izâlesi kolaydır. Ve, şimdilerde yaşanan süreç de, bu sûni sürecin izâlesi sürecidir.

Batı’nın ki öyle mi ya!

Onların durumu bizdekinin tam tersi. Yâni düşmanlıkları doğal, dostlukları sûni’dir. Böyle olunca, Sarkozy’nin İtalyanları küçümsemesindeki mânânın farklılığı anlaşılır, İtalyanların Sarkozy’ye diş bilemelerinin hakikati de idrak edilir. Yüzyıllar boyu birbirini boğazlamış Batılılar, son iki-üç yüzyılda toparlanıp büsbütün doğuluların üzerine çullanmanın fırsatını yakalamışlar ve doğrusu bu işin zevkini de iyi çukarmışlar… Ama buraya kadarmış.
Şimdi hırlamalar yeniden başladı. Neden? Öküz öldü de ondan!

Yani, Batı ekonomisi tatlı hayat standartlarından uzaklaşaya başlayınca, rûhen mefluç bedeni fiziken de yere çakıldı. Anlayacağınız öküz öldü ortaklık bozuldu. Öküz: Hazza dayalı Batılı yaşam… Ortaklık: Doğuyu sömürerek elde edilen emtîa üzerine.
Öküz öldüğüne, ortaklıkta bozulduğuna göre, sırtlan dişlerini birbirlerine göstermemeleri için bir sebeb kalmadı demektir. Bundan böyle, aralarındaki şakalaşmalara bile dikkat etmek gerekir, zira kalblerine evham düşen bu canavarlar şimdi birbirlerinin arkalarını kolluyorlar. Hiç şübheniz olmasın; hiç. Yapmadıkları, yaşamadıkları şey değil bu durum, yüzyıllarca birbirlerinin kanlarını emdiler. Yeniden hazırlanıyorlar hatıralarını tazelemeye. Ne gam, diyeceğiz ama içlerindeki masumlara yazık!

http://www.furkandergisi.com/index.php/tr/medya-analiz/1412-basindan-notlar-xxiii